TİYATRO AKIMLARI - KLASİSİZM


Efendim, - yine efendim diye başlıyorum yazıya bu bende alışkanlık olmuş, bidaha ki yazıda başka türlü başlıcam.- her sene törenlerle kutladığımız, her Türk gencinin övünç kaynağı olan, 1453 İstanbul’un fethini hepimiz biliriz. İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet önderliğinde, devasa toplar ve mehter marşı eşliğinde, zorlu bir mücadeleden sonra fethetmiştik. Böylece ortaçağ denen karanlık dönem kapanmış ve Yeniçağ başlamıştı.

Şimdi diyeceksiniz ki, tiyatro diyosun, klasik diyosun, İstanbul’un fethi ne alaka kardeşim? Dalga mı geçiyosun bizle? Durun bi sabredin ya, anlatacam. Zaten başımıza ne gelirse hep bu sabırsızlığımızdan geliyor. Bizim için İstanbul’un fethi ve büyük bir zafer olarak nesilden nesile aktarılagelen bu olay, Avrupalılar için bir felaket, bir yıkımdı.
Onlar bu olayı ‘Doğu Roma imparatorluğu’nun yıkılışı’ olarak hatırlarlar. Üç bin yıllık, dünyaya meydan okuyan ve hristiyanlığın kalesi olan ROMA devleti artık yoktur.

Peki nolmuştur? İstanbul fethedilince, ya da Roma devleti yıkılınca, İstanbuldaki canını kurtarıp kaçmayı başarabilen okumuş, yazmış, mürekkep yalamış ne kadar alim varsa Avrupa’ya gitti. Fransa’ya. Ordaki okumuşlarla bir araya geldiler. Toplandılar. Bizdeki o bitmek tükenmek bilmez CHP kurultayları gibi, toplantı üzerine toplantı yaptılar.

Kardeşim dediler, bu Osmanlı, Türkler, kafirler – kendileri bizden kafirler diye bahsederdi. Nasıl ki onlar bize göre kafirse, biz de onlara göre kafirdik. – nasıl oldu da bunlar bu derece ilerlediler? Herifler “top” diye bişey icat etmiş, attı mı gümmm... Kale duvarı, sur, hiç bişey bırakmıyor ortada. Bizim de böyle ilerlememiz lazım. Ne yapalım peki?

Demişler ki: “Onların topu varsa bizim de matbaamız var. Basabildiğiniz kadar kitap basın.” – Bilirsiniz bizde o zamanlar daha matbaa falan yok. Matbaanın yurdumuza girmesi için bi 300 sene daha beklememiz lazım.- Demişler ki daha, “Bizim de ilimde, bilgide ilerlememiz lazım. Kendimizi geliştirmemiz lazım. O zaman önce şu kiliseyi az biraz zayıflatalım. Ne bu kardeşim, herifler her şeye karışıyor. Sonra da gidelim, şu eski Antik Yunandaki kitapları getirelim, tercüme ettirelim. Okuyalım, öğrenelim. Kısacası şu “RÖNESANS” denen olayı başlatalım.”

Böylece eski Yunan’a bir dönüş başlamış. Ama eski Yunanca zor mu zor. Bilen adam sayısı az. Ne yapacağız peki? Daha önce Araplar, Yunancadaki kitapları Arapçaya tercüme etmişler. Arapça bilen adamlar çok bizde. O zaman o kitapları Arapçadan okuyalım, kendi dilimize tercüme edelim.
Tabi tercüme ettikleri eserler arasında Antik Yunan’a ait tiyatro eserleri de var. Daha önceki yazımızda Antik Yunandaki tiyatro geleneğinden bahsetmiştik. Bi zahmet onu bi okuyun. Sonra bu arkadaşlar demiş ki, Yunanın her şeyini aldık, o zaman bu tiyatrosunu da alalım. Kendi tiyatromuzu Yunan tiyatrosuna benzetelim. Üzerinde biraz da oynayıp kendi yorumumuzu kattık mı, al sana yeni bir sanat akımı: KLASİK TİYATRO....

İşte 1660li yıllarda Fransa’da başlayıp 1790lara kadar, sanata, edebiyata ve de tiyatroya hakim olan Klasizim denen akımın ortaya çıkması bu şekildedir.

Antik Yunanla ilgili yazımızı okuduysanız bilirsiniz. Yunanistanda tragedyalar önemli bir yer tutar. Aynı şekilde Rönesans döneminde de Avrupada tragedyalar yazılmaya başlanmış. Bu tragedyaların konusu belli. Eski Yunanda konu tanrılardı. Yeni Avrupada, tanrıların yerini krallar, prensler  almış.  Bundan başka yine antik tiyatroda komedyalar vardı, Rönesans döneminde yine bu komedyalar yazılmaya devam edilmiş, aristokrat kesimin, görgüsüz burjuva zenginlerinin komedileri ele alınmış.
Klasik tiyatroda yer alan eserlerde, konudan ziyade olayların nasıl işleneceğine önem verilmiş. Sıkı kurallar ve disiplinler getirilmiş. Öyle kafana göre gidip de oyun yazamassin. Ben bi de şöyle değişik bişey denesem? Olmaaaz... !!! Mesela en önemli kurallardan bi tanesi, meşhur Yunan filozofu Aristo’nun koyduğu üç birlik kuralıdır ve o dönemde tiyatro yazacaksan eğer, seve seve bu kurala uymak zorundasın. Bunlar:

1- Konuda birlik: Eserde tek bir olay anlatılacaktır. 2- Zamanda birlik: Olay 24 saat içinde başlayıp bitecektir. 3- Mekanda birlik: Olay tek bir mekanda olup bitecektir.

Yani öyle altı ay süren, üç dört değişik mekanda geçen, içiçe geçmiş karmaşık olaylar anlatamassin klasik tiyatroda. 24 saat içinde her şey başlayıp bitmek zorunda. Önemli olan insanın piskolojik yapısıdır, iç dünyasıdır. Bunu anlat, bunu ver sen seyirciye eğer tiyatro yapacaksan. Bi de o aralar biliyosunuz hümanizm denen bi akım var. İnsan artık eskisi gibi asşağılık, günahkar bir mahluk değildir. Kainatın merkezindedir. Ne varsa insan için vardır kısacası. O yüzden genel manada insanı anlatmak lazımdır. Olayların nerde geçtiği, hangi zamanda geçtiği pek de önemli değildir. İnsan her yerde aynı insandır sonuçta.

Bundan başka, klasik tiyatroda, denge ve simetri önemlidir, bunlara saygı duyulması gerekir. Eserler akıl ve sağduyuya dayanmalıdır. Anlatım, dil ve şekilde en olgun olan, en mükemmel olan yakalanmalıdır.

Yine bu insanlar acayip mükemmeliyetçi ya, her şey mükemmel ve kusursuz olmalı bunlarda. Sahnede konuşulan dil de mükemmel olmalı. Öyle argoymuş, küfürmüş, sıradan halkın konuştuğu kahvehane ağzıymış. Kesinlikle kaldıracakları şeyler değiller bunların. Sizin anlayacağınız böyle sanatsal bir konuşma, böyle bir kasılma, böyle bir “Sanat sanat içindir” havaları. Akıl ve sağduyunun herşeyden önemli olması... Bunlar böyle kaptırmış son sürat gidiyorlarmış yani. Derken...

Derken bi 150-200 sene bu arkadaşların borusu ötmüş sanat çevrelerinde. Bir zaman sonra yine bi bozguncu çıkmış ve: “Başlarım lan sizin kurallarınızdan da, statükonuzdan da artık. Ben yeni şeyler deniyecem, yeni akımlar başlatacam” demiş ve, “ROMANTİZİM” denen akımı başlatmış...

Bi dahaki yazımızda klasik akıma bir isyan olarak başlayan romantik akımı anlatacağım sizlere. Ama ondan önce klasik akım yazarlarından bir kaç örnekler vermek istiyorum sizlere: Racine, Corneille, Moliere....

Klasik akımın bizdeki temsilcisi ise divan edebiyatıdır.

Bir dahaki yazımızda tekrar görüşmek üzere, Allahaısmarladık efendim...


1 yorum :